b) 85
b) Neftci Baku – 2011
b) Trabzon – Videoton
b) Tayfun Cora
b) Rüştü Reçber
Spor kamuoyunun Akhisar’ın şampiyonluğunu duyururken atladığı noktaya dikkat çekmek istedik: Türkiye’nin spor piyasasının yükselen “değerleri”, belediyesporlar.
2007-2008’den bu yana Süper Lig’de arz-ı endam eyleyen İstanbul Büyükşehir Belediyespor’a yüzlerce kilometre öteden, Manisa’dan kardeş geldi. Akhisar Belediye ve Gençlik Spor ile birlikte en üst düzey ligimizde Belediyespor’lar ikilendi.
Fırsat bu fırsat, alt liglerimizde durumlar nasıl diye irdelemek istedik.
Bank Asya Birinci Lig’i lider olarak tamamlayan Akhisar Belediye ve Gençlik Spor’un yanı sıra, yıllardır o ligde boy gösteren bir diğer belediye kulübü de Gaziantep Büyükşehir Belediyespor. 2005-2006’dan bu yana aralıksız 6 sezondur Bank Asya’da mücadele eden kırmızı siyahlı takımın şu ana değin pek gözle görülür bir başarısı bulunmamakta.
Bir alt kademede ise bu sezon tek bir belediye ekibi mücadele ediyordu: Denizli Belediyespor. Ege temsilcisi ilk olarak 2008’de çıktığı İkinci Lig’e iki yıl sonra veda etse de, bir senelik aradan sonra tekrar aynı kademeye dönüş yapmıştı. 2011-2012 sezonu itibariyle topladığı kırk beş puanla düşme ve yükselme hatlarının uzağında durdu.
Akhisar Belediyespor’un başarısını tekrarlayan bir diğer kulüp ise, “belediyespor” bolluğuna rastladığımız Üçüncü Lig’den geldi. Evinde son maçına değin maç bile kaybetmeyen Nazilli Belediyespor; küme düşen Karsspor’un “şike” iddialarına cevap bile vermeye tenezzül etmeksizin küme düşme hattındaki Oyak Renault’a 3-1 kaybetse de en yakın rakibine on dört puan fark atarak İkinci Lig’e doğrudan çıkma başarısını gösterdi.
Üçüncü Lig’de 2011-2012 sezonunda 14 belediyespor mücadele etmişti, Nazilli haricinde kalan 13 takımdan Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor, Bingöl Belediyespor ve Sancaktepe Belediye Spor play off oynama başarısı gösterirken; Diyarbakır ve Sancaktepe ekipleri ilk maçlarında elenmiş, Bingöl Belediyespor ise Kahramanmaraş’a penaltılarla finalde yenilmişti.
Belediyespor ekolünü başarıyla temsil edemeyen Diyarbakır Kayapınar Belediyespor ve Kepez Belediyespor ise küme düşerek Bölgesel Amatör Lig yollarını tuttular…
Bu altı takım haricinde Menemen Belediyespor, Sandıklı Belediyespor, Belediye Vanspor, Elazığ Belediyespor, Sivas Dört Eylül Belediyespor, Kilimli Belediyespor, Erzurum Büyükşehir Belediyesi Spor, Tekirova Belediyespor da bölgelerinin belediyelerini temsil ettiler…
Bölgesel Amatör Lig’e iki takım yollayan Belediyespor’lar, dört de takım çıkarttılar…
Derince Belediyespor, Bergama Belediyespor, Çorum Belediyespor ve Kahramanmaraş Belediyespor önümüzdeki yıl Üçüncü Lig semalarını şenlendirecekler!
Bu mantıkla, Türkiye’nin profesyonelleştirilme yolunda ataklar yapılan Bölgesel Amatör Lig’ini de sayarsak beş kategorisinden toplam altı belediyespor sezonu şampiyon kapattı.
Birkaç husus dikkatimizi çekmeli bu noktada…
Evvela, konuyla alakalı bir bilgi aktarmamız gerekiyor.
2011-2012 sezonunda İkinci Lig’de yokluklar içinde verdiği mücadelesi nihayetinde Üçüncü Lig’e düşen takımlardan birisi Çorumspor’du. Dahası var. Takımın sezon sonunda yaptığı kongresinde kulüp yönetimine tek bir aday bile çıkmayınca kongreyi izlemeye gelen yerel gazeteciler yönetime girdi!
Bir yere kadar, futbol normlarında olası hadiseler bunlar. Peki Bölgesel Amatör Lig’de dünyanın yatırımıyla şampiyon olan Çorum Belediyespor’u bu tabloda tam olarak nereye monte etmemiz gerekiyor?
“Belediye, sıfırdan bir takım kurup onu şampiyon yapmak için efor; para; yatırım ve mesai harcamaktansa Çorumspor’u kümede tutamaz mıydı?” sorusunu vicdanlara bırakıyoruz…
Tabii “yatırım” demişken şunu da vurgulamamıza izin verin lütfen:
Amatör, bir işi/uğraşı para amacı gütmeden yapan kişiye verilen isimdir. Her sözlükte tektir, yeganedir.
Bölgesel Amatör Lig ise ismi ve statüsü gereği amatör olmalı, mantıken. Ancak son yıllarda artan futbol ekonomisi ve buna bağlı olarak artış göstermiş olan Belediyespor’lar piyasada bir hayli çalkantıya neden oldu. Yaptıkları lüks transferler bile bunların göstergesidir.
Sırf geride bıraktığımız sezonda bile Zara Belediyespor, Mustafa Kocabey’le; Altınova Belediyespor ise Okan Yılmaz’la anlaşmış ve bu oyunculardan Mustafa Kocabey play off finali oynamıştı.
Haliyle dönen para arttı; rekabetler sert ve amansızlaştı. Sonuç?
Derince Belediyespor, Üçüncü Lig’e yükselme maçını bir diğer Belediyespor’la oynadı. (Beyköy Belediyespor) Bu ikilinin yanı sıra Bölgesel Amatör Lig play off finallerine Ayvalıkgücü Belediyespor, Çiğli Belediyespor, Toroslar Belediyespor, Zara Belediyespor da katılmış, çıkan üç takımın aksine bu takımlar yükselme başarısı gösterememişti. Kaba hesapla tam sekiz takım şampiyonluk virajını dönmüş; dördü şampiyon olmuş.
Dokuz takımın yükseleceği bir statüye yedi takım sokabilen furya gittikçe güçlenecek, bunun en önemli göstergesi ise Bölgesel Amatör Lig baraj maçları…
Süper Amatör’den yükselmeye çalışan takımlarla Bölgesel Amatör’den düşmemeye çalışan takımların kıran kırana mücadele verdiği baraj maçları neticesinde tam on altı belediyespor gelecek sezon için Bölgesel Amatör Lig vizesi kaptı!
Seneye play off maçlarına daha çok takım sokacaklarını öngörebileceğimiz Belediye kulüplerinin yükselişi gittikçe profesyonel liglerimize yansıyacak; ismini değiştiren Güngören Belediyespor’un gösterdiği özveriyi çoğu takımın göstermeyeceği de Çorumspor – Çorum Belediyespor örneğinden farz edilebilir rahatça.
Herkesin spor yapma özgürlüğü anayasal güvenceyle garanti altına alınmışken, elbette alt yapısıyla profesyonel kadrolarıyla futbola ve diğer branşlara yatırım yapan belediyelerimize engel olmak haddimize değil.
Halihazırda son yıllarda çıkarılan yasalarla belediye başkanlarının spor takımlarıyla organik bağ kurmasının engellenmiş oluşu nedense tam tersi etki yaptı ve hem başkanlar hem de mevcut belediyeler spora daha aktif bulaşır oldu.
Akla iki ihtimal geliyor:
Ya mevzubahis yasa sadece belediye takımlarının önünü açmak için çıkarıldı, ya da belediyeler bu yasayı delmeyi çok ama çok istedi.
Ne olursa olsun, elimizde çok vahim örnekler var.
Hâl böyleyken, olaya sadece “Belediye çalışıyor” penceresinden bakamıyoruz. Belediyespor’larımız kusura bakmasın!
Süper Ligimiz, ilk hafta maçlarıyla başladı ve benim gözlemlerimce daha ilk maçlar tamamlanmadan dahi, ıskartaya çıktı! Nasıl mı?
Metin Kurt’un, “Bu ülkede atılan her gol emekçilerin kalesine gidiyor” sözü hiç bu kadar kıymetli olmamıştı belki de. Konu, Üçüncü Lig’deki yaş sınırı olunca mevzuya emekçilerin hükmen mağlubiyeti olarak bakabiliriz.
2008 yılında, Hasan Doğan federasyon başkanıyken önüne konulan yasanın altına imzasını atıyor. Belki kronolojiye vurulsa, imza attığı son yasa bile olabilir. Olay şu: Üçüncü Lig kulüplerinde, 24 ilâ 30 yaş arası sadece altı futbolcu bulundurulacak ve bunların dördü ilk on sekize alınabilecektir. 30 yukarısının hali ise duman! Tabii, her şeyin bir sebebe büründürüldüğü ülkemizde bu futbolcu katili yasanın da kılıfı vardır. Amacımız, Türk futboluna genç futbolcu kazandırmaktır.
Yasa çıktığından beri dört sezon oynandı. Bu dört sezonun hiçbirisinde genç bir futbolcu sükseli bir transfer yapamadı. Bu dört sezonun hiçbirisinde milli kadrolarda genç yükselişini göremedik. Hadi, yükseliş bir yana, son milli takımın yaş ortalamasının bile 28’de seyrettiği ortadayken yasanın faydasının olduğunu iddia etmek komik duracaktır!
Peki bu yasa hiçbir işe yaramadı mı? Yaradı. Ekonomik olarak muazzam bir batağa düşmüş olan İkinci Lig kulüplerine karın tokluğuna 30+ yaştaki futbolcuyu oynatma şansı verdi. Keza ekonomik olarak dipte bile diyemeyeceğimiz kadar kötü durumdaki Üçüncü Lig kulüplerine de hakkını aramaktan uzak, bir ateşin içine atılmış genç bile denemeyecek kadar küçük futbolcuları altın tepside sundu.
Genel olarak, Süper Lig ve Birinci Lig’de genç sirkülasyonunun olmayışı bir yere kadar ülke futbolunu tıkıyor olabilir. Ancak yeni organize edilen ve yaş sınırının da uygulandığı A2 kategorisi bu ihtiyacı giderecek nitelikteyken, ekmeğini 30 yaşına kadar sadece futboldan çıkaran ve tek gayesi evini geçindirmek olan futbol emekçilerinin yaşamına kast eden bu insanlık dışı yasanın taca atılma zamanı geldi de geçiyor bile!
Kaldı ki, Birinci Lig’de yabancı futbolcular için geçerli olan yaş sınırı tek kalemde kaldırılmış ve ülkemiz 32’lik yabancı futbolcuların akınına uğramışken 10 yaşından beri ülkenin taraftarsız, izbe statlarında top tepmiş; ekranda gördüğü ‘Süper’ ağabeylerine özenip bir gün onlar kadar gözde olabilmenin hayalini kurmuş fakat bir şekilde Üçüncü Lig’e sıkışmış olan 29-30 yaşındaki futbolcuların günahı nedir diye sorgulaması gereken de ilk olarak, yabancılara sınırı açanlar değil midir?
Bunu da geçelim, düzenleme gençlik içinse Üçüncü Lig’de 45 yaş üzeri teknik direktör de; hatta menajer de yasaklansa? Yoksa mesele sadece basit bir ‘diş geçirme’den mi ibaret?
İspanya gibi futbol ekonomisinin beşiği sayılabilecek bir ligde bile, alt kategorilerinde yaşanan maddi sıkıntılar birinci ligindeki milyon dolarlık futbolcuların maçlara çıkmamasına neden olurken; bizim ülkemizde Süper Lig topçularının tek derdi; yaz tatili Bodrum’da mı geçsin, Türkbükü’nde mi? Haliyle Üçüncü Lig’de emekliliğe oynayan futbolcuların kafasında da bambaşka soru işaretleri doğuyor.
Ve emin olun, artık onlar sessiz kalmak istemiyor.
Bizden duymuş olmayın ama 2012-2013 sezonu, tüm alt lig kategorilerinde çeşitli eylemlerle vuku bulacak. Yaşasın futbolcunun haklı direnişi!
2012 model Süper Kap sahibini Erzurum soğuğunda bulurken, Türk futbolunun röntgenini çekmek de biz izleyen/yorumlayanlara düştü sanırsam. Ancak yazıya başlamadan bir de soru var aklımda… Geçtiğimiz sezonun Süper Kap’ı ne oldu acaba?
arz-ı misal, Umut Bulut’un golü sonrası sahaya çöken meşale dumanları; Türk futbolunun puslu halini (ve geleceğini) resmetmiyor muydu? İşin fenası bizim ülke futbolunun bulutları pek Umut da vaad etmiyor ya… Seromonide ağlayan kıza ne buyuracağız? Hani, Alex’in önünde seyreyleyen… Ağlama çocuk, daha çok kirli sezon olacak, çok gençsin henüz. Cüneyt Çakır Türkiye’nin en iyi hakemi olabilir, öyledir de bence ancak Çakır da olmasa Galatasaray-Fenerbahçe maçlarına atanacak hakem yokmuş gibi bir izlenim yaratmanın manası nedir? Bir de, sırf bu maç için Erzurum’un profesyonel liglerdeki tek takımı Erzurum BŞB’nin hazırlık maçlarını bu stattan alıp üniversitenin stadına verildiğini de belirtelim. Yani, filler tepişecek diye çimen çoktan bürokrasi tarafından ezilmişti…
Maçı oyun anlayışı olarak değerlendirmeden önce Halil Altıntop’un Trabzon’un kamp dönemini verimsiz buluşuna da bir selam çakalım. Acep Fenerbahçeli futbolcular da bu görüşe katılıyor mudur? Defans hattının evlere şenlik kabul gününden ötesi olmalı. Formsuzluk ve uyumsuzluk hakeza. Her hatta gözlenen bir sıkıntı olarak Galatasaray ile aralarındaki belli başlı fark buydu. Sarı kırmızılılar da öyle çok çok iyi değildi tabii bir de gözardı edilmemesi gereken bir husus olarak; Galatasaray tam olarak Sinyor’un kafasındaki kadroyla mücadele etmedi. Bunu lig serüveni için bir artı olarak düşüp, oyuna geçelim.
Fenerbahçe’nin yeni transferlerinden Hasan Ali’nin Kayseri günlerini de az çok bildiğim için rizikosuz oyunu beni şaşırtmadı. Ancak Kuyt’ın bir saha komiseri olup Alex’in yükünü hafifleteceğini umduğum için biraz şaşkınım diyebilirim. “Zoraki milli” Mert Günok ise sanırım hiçbir zaman Fenerbahçe’nin as oyuncusu olamayacak… Baroni’yi gördükçe aklıma Deivid geliyor, Baro’ya gösterilen sabrı Deivid’e de gösterseydi Asya yakasının milli takımı, acep şu an bir golcü sorunu yaşanır mıydı? Sorular, sorular, sorular.
Galatasaray’ın bitirici oyuncu eksikliği inatla giderilmezken bu ülkenin transfer komitesi kisvesinde yemyeşil dolar yorganlarını üzerlerine çekenlere nasıl güveneceğiz? Defans hattının fazla hata yapmadığı gözlenirken, orta sahanın zaman zaman lüzumundan fazla kalabalıklaşması göze garip geliyor. Tabii bizimki gibi ağırlıklı olarak uzun toplarla gol aranan bir futbol coğrafyasına tezat bir tablo olduğu ortada. Dany’e de vicdanen bir özür borcum var. Transfer olduğunda Dany’nin İstanbul büyütülmüşlerine uygun bir oyuncu olmadığını düşünüyordum ancak kupa finalinde neredeyse hatasız oynayarak beni kendi içimde çok mahçup etti…
Fenerbahçe’nin skor anlamında umut vaad etmeyen futboluna 45+2′de hayat öpücüğü kaptandan gelirken akla yıllardır tüm kurşunları ilk yarılarda atılan ve ikinci yarısı kısır geçen İngiliz Prömyer Lig orta saha takımlarının maçları düştü. Bir de, Aykut Kocaman’ın her fırsatta törpülemeye çalıştığı bir popülaritenin, onun kariyerini her maçta bir kez daha kurtarışı… Tabii, Lincoln’ün Fenerbahçe’ye karşı kaydettiği benzeri bir golün Bünyamin Gezer tarafından iptal edildiği 2007-2008 sezonu da geliyor… Bir gol, nelere kadir!
İkinci devre tempo gerçekten de prömyer lig kalitesinde düşmüş ve Türk futboluna zorla lokomotif yapılmaya çalışılan kulüpler yokuşta vites düşürmüştü ancak ilk devreye bir dejavu yaptık ve Umut Bulut Galatasaray kariyerine beklenenden daha iyi bir başlangıç yapmış oldu. Dirk Kuyt’ın da gelir gelmez havaalanında verdiği sözü tutup vuslata ermesiyle maç daha da ilginç bir hal aldı. Akabinde yaşanan gelişmeleri de şaşkınlıkla izledik bittabi.
Cüneyt Çakır’ın yönettiği çoğu maçta gerginlik yaşanması tesadüf müdür, yoksa ince ince psikolojik katliam yapan bir hakem vakasıyla mı karşı karşıyayız? Niye her şey Çakır’ı buluyor? Hele hele Gençlerbirliği’nde oynadığı dönemde “Bir hakem kart çıkarttığında asla itiraz etmem çünkü bugüne değin asla çıkarttığı kartı iptal eden bir hakem görmedim” diyen delilik ve dahilik arasında seyreyleyen Engin Baytar’ın bile bu kadar çileden çıkması… Normal midir? Çok da normal bir futbolcu değildi tabii ve hatta bence Galatasaray’ın kalibresinde bir futbolcu da değildir ama, yaptıkları affedilir gibi değil… Yıllar önce benzeri bir hareketin daha sertini aynı hakeme yapan Bülent Ataman’ın şu an nerede olduğu düşünülürse Engin Baytar’ın geleceği de rahatça öngörülebilir zannımca.
Galatasaray’ın 10 kişi kalmasından sonra Amrabat’ın da ‘ısıran’ oyunuyla (yine de bir parantez açalım; Amrabat o kadar ‘etmez’ beyler, kapa parantez) iki takımın oyunu beklenenin de ötesinde sertleşti, gerginleşti ve daha da pozisyona dönük hale geldi. Kalecilerin çoğunlukla şansına ve rakiplerinin bitirici vuruşlarda yaşadığı zorluklara sığındıkları süreçte Fenerbahçe’nin top kontrolünü ele geçirdiğini gözlemledik ve bu durum doksanıncı dakikaya kadar sürdü. Çizgi hakemi uygulamasının ilk meyvesi Umut Bulut’un Çakır’a kalsa verilmeyecek penaltısı olarak düştü kucağa. Selçuk’un golüne ilk koşan ise Mert’in bir boy büyüğü Aykut’tu. İronik.
Kalan süreçte kaçırılan gollerin en ilginci Aydın’ınkiydi. Zira benzeri bir kaçırışı geçtiğimiz sezon Batdal yapmıştı hatırlarsanız. Galatasaray’ın genç oyuncularındaki bitirici vuruşlardaki eksiklik çok göze çarpıyor, sizce de öyle değil mi Sinyor? Keza Mehmet Topuz’un direkten dönen topu da gene geride bıraktığımız sezonda Galatasaray’ın Kadıköy’de son saniyede direkte patlayan topuna bir güzelleme olsa gerek…
Neticede, Galatasaray Türkiye Süper Kupası’nı aldı; Fenerbahçe ‘error’ verdi, Türk futbolu teknik taktik hak getire güce dayalı futbolu en azından İstanbul şehzadeleri bazında bu sezon da sürdüreceğini işaret etti. Türkiye’nin ‘en iyi’ hakemi bu tabloları utandırırcasına hatalı kararlarla düzeni bozmadı. Ancak akıllarda hep aynı soru: Geçtiğimiz sezonun Süper Kupası nereye saklandı?
Bir de son not; Umut Bulut penaltıyı kullanıp gole çevirseydi yanılmıyorsam 1997′den beri ilk kez bir oyuncu derbide hat-trick yapmış olacaktı… Bazı absürdistan spor sitelerinin işini kolaylaştıralım bu not ile… (Son hat-trick Hakan Şükür’den)